hesabın var mı? giriş yap

  • zeki alasya, metin akpınar, halit akçatepe ve kemal sunal ın oynadığı salak milyoner filminde; "demekki hazine dörde bölünecehhh" repliğinde zeki alasya nın yüzündeki hüzün.

  • yazdığı kitaptaki tüm erkeklerin başına sardırdığı bir yüzük belası ile alttan alta;

    -- evlenmeyin olm. yüzük bu başa bela. kaç erkek telef oldu.

    mesajı vermektedir.

    mutsuz bir evliliği olabilir.

  • annem babam çalıştığı için bakıcılarla büyüdüm. lale abla yıllarca bana ve kardeşime baktı, bizimle yaşadı. baba yok, anne yaşlı, çocuk bakarak evi geçindiren abisine yardımcı oluyor lale abla. 23- 25 yaşlarında. evin karanlık odasında kalıyor, duvarlarda ceylan, mahsun kırmızıgül posterleri. kendi çocukları gibi seviyor bizi, biz de onu çok seviyoruz. kardeşim saçlarını çekiyor, vücudunda morarmadık yer bırakmıyor tekmelemekten ama sesini çıkarmıyor lale abla, "çocuktur yapar selma abla, önemli değil" diyor anneme.

    karanlık odada radyo dinliyoruz lale ablayla. mahsun kırmızıgül dinliyoruz en çok, kasedi de var, "bu sevda bitmez" dinliyoruz en çok, lale abla çok içleniyor o şarkıda, ağladığı bile oluyor. hergün defalarca dinliyoruz o şarkıyı. dolapta pırasa olan günlerde patates kızartıp kıyak geçiyor bana, arkada bu sevda bitmez çalıyor. ütü yapıyoruz, bu sevda bitmez, temizlik yapıyoruz, bu sevda bitmez, oyun oynuyoruz, bu sevda bitmez.

    bir gün sofra hazırlıyoruz lale ablayla mutfakta, ben limon kesmeye çalışıyorum. lale abla gözlerini kapat diyorum. kapatıyor gözlerini, sonra aç diyorum, açıyor. ee hani? diyor. ne hani, limon gözlerine sıçrayıp yakmasın diye dedim diyorum. oysa o gün onun doğum günüymüş, ona bir şekilde sürpriz yapacağımı sanmış. o yaşta bile içime oturmuştu lale ablanın yalnızlığı, lale ablanın saflığı, temizliği. çok utanmıştım.

    sevgi ablası var bir de lale ablanın. bazen işten çıkarken anneme "ben sevgi ablaya uğrayacağım, annem geç kaldığımı düşünüp size telefon ederse sevgi ablasına gitti dersiniz" diyor. sevgi ablası da varlıklı bir kadın anlattığına göre, ona yarenlik ediyor, bazen de kıyafet falan veriyormuş.

    yıllar geçti, lale abla nişanlanacağını söyleyip işi bıraktı. ben de okula başladım zaten o ara. nişanlısıyla, nişanlısının ailesiyle falan tanıştık, hatta nişan kurdelalarını babam kesti. çok düzgün bi çocuktu nişanlısı. birkaç ay sonra haber geldi ki nişanı atmışlar. lale abla telefonlara çıkmıyor, babam nişanlısıyla konuşmaya gidiyor. nişanlısı diyor ki, lale akşamüstleri sizden çıktıktan sonra sevgi diye bir kadının yanında, bildiğin randevu evinde çalışıyormuş. hepimiz şok oluyoruz.

    aradan birkaç ay geçiyor, lale ablanın beş çocuklu, iki karılı bir adamla evlendiğini, yıkıldı yıkılacak bir evde sersefil yaşadığını öğreniyoruz. babam müdahale etmeye çalışıyor, lale ablanın abisiyle, annesiyle, konu komşusuyla görüşüyor, kurtarmaya çalışıyor lale ablayı. fakat abisi zaten laleyi defterden sildiğini, evden attığını söylüyor. muhtemelen lale abla da çaresizlikten düşmüş bu herifin eline. neyse sonra lale abla bir şekilde bize haber yolluyor, beni kurtarmaya çalışmayın, görseniz bile görmezlikten gelin, beni unutun, kocam tehlikeli birisi, sizleri seviyorum ve benim yüzümden kötü şeyler yaşamanızı istemiyorum diyor. babam bizi uyarıyor, laleyle karşılaşırsanız sakın konuşmayın diyor. fakat zaten hiç karşılaşmıyoruz çok uzun bir süre. o yaşta nelerin döndüğünü de çok iyi anlayamıyoruz tabii.

    yıllar sonra, artık kardeşim de ben de büyümüşüz, bir markette rastlıyoruz lale ablaya. biri kucağında iki küçük çocuk var yanında. bir süre o mu değil mi diye ikilemde kaldıktan sonra ikimiz de heyecanlanıyoruz, koşup sarılasımız geliyor. kolundan tutup durduruyorum kardeşimi. lale abla bizi farkettiği gibi çocuklarını kapıp marketten çıkıyor.

    lale ablayı bir daha hiç görmedim. lale abla çocukluğumdur, altıma işediğimde anneme çaktırmayan suç ortağımdır, beni mahallenin cazgırlarından koruyandır, bana bisiklet sürmeyi öğretendir, ablamdır, arkadaşımdır, yarı yarıya da annemdir. bu sevda bitmez lale abla sen hiç korkma!

  • ekşi sözlük'te günün talihlisi. şimdi 3233512361064 yazar arka arkaya sabah kadar onu komik bulmadıklarını yazacaklar. aynı tanımın 1001 haline şahit olacağız ahali. hazır mıyız?

    (bkz: lets go)

  • az once odasina girdim. yorgani siyrilmis ustunden. ustunu orttum. bi'seyler soyledi. ipod touch'i kenarda ekranda one direction'da harry'nin resmi. tusa basinca cikti.
    orttum ustunu sıkica. kenarlari bastirdim. egildim sivilceli yanaklarini optum..
    "yhaa anne!!"
    diye mizmizlandi..
    "sus kiz!"
    dedim..
    egildim cennet kokan bagrini optum, kokladim..
    "anne ! gidiklaniyorum yhaa!!"
    dedi.
    "sus kiz, 12 saat sanciyla dogurdum seni, azcik keyfini sureyim"
    dedim. uyku arasinda guldu. ben basimi boynuna gomdum.
    "anne.."
    dedi
    "seni cok seviyorum.."
    her seye degdi..

  • 1. dunya savasi yillari: hollandali fizikci willem de sitter, albert einstein'in 1916 yilinda genel gorelilik kurami uzerine yayimladigi makaleyi okuyor. makaleyi gizlice tasiyip londra'daki arthur eddington isimli fizikciye ulastiriyor. eddington, einstein'in denklemlerini gorur gormez kendinden geciyor. "budur!" diyor, "denklem o kadar saglam temeller uzerine kurulmus ki ve o kadar zarif ki, kanit aramaya gerek bile yok!". artik kuramsal fizikcilere has ukalaliktan mi (bkz: albert einstein/@ramali), yoksa tembellikten midir bilinmez, oyle gozlem yapayim, deneysel kanit bulayim falan demiyor eddington abimiz. ama kaderin cilvesi yakasini birakmiyor.

    1917 yili itibariyle ingiltere'de, 35 yasindan genc olanlar savasa katilmak uzere silah altina alinmaya baslaniyor. 34 yasindaki eddington askere gitmeyi reddediyor. redcileri de tutuklayip bir kampa gonderiyorlar patates soymaya! trinity college baskani frank dyson bu probleme bir care ararken aklina iki yil sonra gerceklesecek gunes tutulmasi geliyor. bu tutulmanin en iyi gozlemlenecegi yerlerden biri de afrika.
    yapilan anlasma geregi, askere alinmama karsiliginda, savas o zamana kadar bitmis olsa bile, gozlem icin afrika'ya gitmeyi kabul ediyor eddington. boylece patates soymaktan da yirtiyor.

    29 mayis 1919'da, yerel saat ile 3:13:05'te tutulma basliyor. yaklasik 5 dakika surecek bu olay sirasinda eddington ve ekibi buyuk teleskoplarla fotograflar cekip arkada kalan yildizlarin isigindaki sapmayi olcuyorlar. sonuc einstein'in hesapladigi gibi cikiyor! bu sonucla birlikte, einstein tum dunyada buyuk bir une kavusuyor.
    eddington bu gozlem oncesi zaten bilinen ve saygi duyulan bir fizikci, ama askerden kaçarken akademik kariyer yapmanin en uc ornegini verip kariyerinin en buyuk basarisini elde ediyor!

    kaynak icin burdan...
    mesajlarla gelen edit: filmi de varmis bunun: http://www.imdb.com/title/tt0995036/

    (bkz: yolsuzlukları unutturma kampanyası/@ramali) editi: https://twitter.com/haramzadeler100
    https://www.youtube.com/watch?v=vewyi_7nkfe

  • osmanlı devrinde, makam, mevki sahibi olan ya da bir şekilde zengin olan kişilerin, ölümden sonra mülkiyetlerini devam ettirmek için vakıfları kullanması. örnek hizmet olarak da cami yaptırmaları. şöyle ki, bir paşa devlet tarafından mallarına el konulmaması için, bir vakıf kurarak cami yaptırır. bütün mali işlerini de vakıf aracılığıyla yapar, yani vakıf üzerinden kendi paravan şirketlerine para aktarır ve servetini, müsadereden, osmanlı hazinesinden bir şekilde kaçırır.

    ne zaman osmanlı devrinden kalma bir cami görsem bu ayrıntıyı hatırlar hangi haksız kazancın abdesti diye merak ederim. ve ayrıca günümüzde ak parti iktidarının da böyle uygulamalar içinde olduğunu görünce ister istemez neo osmanlıcılık bu mudur yani diye ayrıca sorarım.

  • bizim köpeğin kafasındaki oyun sevgisi ve oyuncak sevgisi eşit. en sevdiği oyun "çekiştirme". yani o ağzında bir şey tutsun sen çek, o da çeksin. oh bayılır. hırıl hırıl. ama öte yandan en sevmediği şey de "oyuncağını kaybetmek". oyuncağını eskaza sen önce eline alıp saklarsan geri istemek için yapmayacağı şey yok. hatta artık sen bir şey istemeden peşin peşin pati veriyor oyuncağını almak için. alıyorsun hemen patisiyle kolunu tutuyor. ortaya çıkan manzara daha çok "bak dostum istersen güzellikle ver" tarzı ama içinde fırtınalar kopuyor aslında. oyuncağı verdin mi de alıp kaçıyor yarım saat vermiyor.

    o yüzden ağzına oyuncak kemiğini alıp çekiştirme oynamak istediğinde yanıma yaklaşıyor. istediği şey benim onu çekmem. ama hamle yaparsan da anında geri çekiliyor. çünkü kaybetme korkusu devreye giriyor. başlarda böyle "kaptım kapamadım", "aldım alamadım", deyip koşturmacalı bir macera yaşıyorduk. e ben de zamanla öğreniyorum bazı şeyleri. ben de artık hamle yapmıyorum. nasılsa kaçacak diye.

    o yüzden istanbul'da bir apartman dairesinde zaman zaman şöyle bir manzara yaşanıyor: bir adam ve ağzında oyunca kemik olan bir köpek karşı karşıya kımıldamadan birbirlerine bakıyorlar. köpeğin ağzında kemik. arada hızlıca sağa sola göz atıyorlar sonra yeniden birbirlerine bakmaya devam ediyorlar. iki taraf da hamle yapmanın en kötü hamle olduğunun farkında. öyle karşılıklı gergin bir bekleyiş. bu şekilde gün batıyor.

    iki kişiyle meksika açmazı olmaz diye düşünürdüm ama oluyormuş meğer.

  • bazen ne seçim yaparsan yap seçimin sonucunda birileri ölür ve hayatla ölüm arasındaki o dar açı 12,0138 derecedir.

    doğuda görevli bir kuzenim vardı bir ay kadar önce gece birde beni aradı. normalde o saate kim arasa açmam ama o arayınca açtım, aklımda en kötü senaryolar ile. dirayetli adamımdır beni aradığını düşündüm belki aileye son bir şeyleri iletmem gerekecekti devletten duymalarını istemiyor diye düşündüm. ellerim ve sesim titreyecek telefonu açtım.

    - hemen kağıt kalem al, dedi. bir açı ve mesafe hesaplan hesaplanan lazım çok vakit yok, sana güveniyorum.
    5 dakika sonra ona mesaj attım böyle istemişti aramamam için uyarmıştı.
    - :) teşekkürler kuzen, annemlere sakın ama sakın bu gece bir şey söyleme diye cevap yolladı, komik adam ne söyleyeceğim kalplerine mi insin.

    o gece yanımda üç arkadaşım vardı sonucu bu üç kişi de teyit etmişti. ne olduğunu tahmin edebiliyordum, aslında hepimiz edebilmiştik; bir keskin nişancının açısını söylüyorduk.

    hikayeyi asla sormadım, düne kadar artık görevli değil, hatta bir süre çok uzak bir ülkede olacak belki dönmez bile buralara kim bilir.

    sıkışmış olduklarını öğrendim o gece . tepeye keskin nişancı çıkacak ama ölçüm yapacak vakti olmayacaktı, hikaye buydu açı doğruysa kuzenim ve onunla birlikte olanlar yaşayacak ama karşısındakiler ölecekti. açı yanlış ise tam tersi olacaktı. o gece birileri ölecekti o tepelerde.

    kim 1 milyon ister yarışmasındaki telefon jokeri gibi düşünsene o kişi arabasını yenileyeceği 30.000 için güvendiği birini arıyor, benimse kuzenim yaşam ile ölüm arasında açıyı öğrenmek için beni.

    artık bu dar açıyı biliyorum 12,0138 ve hiçbir şey benim için artık aynı olmayacak...
    (işbu yazı olayın tazeliği , bir şekilde aktarmak zorunda hissetmenin bir sonucu olarak yazılmış, tüm sürecin sindirimi tamamlandıktan sonra yazan kişi tarafından silinerek yok olacak ve görevini tamamlamış olacaktır)

    not: şunu fark ettim kalmasını isteyen yazarlar sayesinde; bazen yazılan yazı siz yazdıktan sonra sadece size ait olmaktan çıkıyor sizin bir anınız olsa bile. yukarıdaki not dursun o kendimeydi, bu yazı da dursun onu benden çok korumak isteyenler için.

  • 28 yil hayatimin askini bulucam diye dolandim durdum. sonunda buldum da. yaklasik iki yil ciktiktan sonra evlendik. ayaklarim yere degmiyordu. karninda kelebeklerin ucusmasi ne demek ogrenmistim. sonra bir gun bana baba olacaksin dedi. dedim ki ben bu hayatta hic yasamamisim. nasil bir mutluluk anlatamam. yasayanlar zaten bilir, yasamayanlar da umarim ogrenir. neyse uzatmayalim, gebeligin 24. haftasinda ogrendik ki bebekte gelisim geriligi var. sonuc husran tabi, 26 haftalikken kaybettik bebegimizi. arastirdik cocukta hic bir sorun yokmus. meger annesi, esim losemiymis. olsun dedik tedavisi var. mix tip cikti iyi mi(aml+all). 2.5 yil tedavi gordu, denenmedik kemoterapi kalmadi, 56 kilo olan esim 39 kiloya kadar dustu. habloid kemik iligi nakli yapildi. son alti ay esimden cok cocugum gibiydi. bebekler gibi her seyi icin yardima ihtiyac duyuyordu. annesi dahil herkes ya olsun ya iyilessin derken ben hep allahim her seyimi al ama esimi alma diye dua ettim. sonuc yine husran. 32 yasinda kaybettim. yaklasik 4 yil olacak. benim ic burkan detayim bu. bunu buraya niye yazdim onu da bilmiyorum.....
    edit: gelen mesajlar icin herkese cok tesekkur ediyorum. belki de bunun icin yazdim, belki cevremde anlaticak kimse kalmadi o yuzden onu bilemicem ama yazdigim icin memmunum.
    edit2: beni benden daha iyi anlayan yazar arkadaslarima cok tesekkurler. ozellikle "okurken sanki hayattan hep almak istedikleriniz varmış da bir türlü alamamışsınız, hep kursağınızda kalmış hevesleriniz gibi hissettim" diyen yazar arkadasa ayri bir tesekkur etmek istedim.

  • inşa edilmemiş, görselleri render olan, güzel bir photoshop post production u ile gözü kandırmış projedir. inşa edilirse hoş olur