hesabın var mı? giriş yap

  • almanya'dayken roportaj yapiyolar..

    - nasilsin hami, mutlu musun?
    - saaanki baska bır dünyadan geeelmis cibiyim.. macta yeniliyoruz, ben uzuluyorum kola iciyorum, onlar eglenip bira iciyorlar. ben boyle bir sey cörmedim..
    - almanca nasil?
    - bana dediler, almanca ogreneceksin. ben bu yastan sonra almanca ogrenip ne yapacagim?

    bi de unutulmaz

    - hami penalti kacirdin, ne diyosun?
    - canim sagolsun.

    diyalogu vardir..

  • içinde bulunduğu ağır depresif duruma istinaden bir takım masalsı söylemleri kaldıramayıp imamın sadede gelmesini isteyerek yaptığı davranıştır.

    haklıdır.
    not: fikrim bütün.

  • huntelaar'ın kendisi oyuna girdikten 30 saniye sonra verilen su molasında suya sarıldığı maç. lan bırak da arkadaşların içsin

  • yeğenimle konuşuyorum. 5 yaşında koyu beşiktaşlı... çok cool.

    -sedef sen artık galatasaraylı olacaksın tamam mı?
    -tamam.
    -o zaman sorunca hangi takımlıyım diyeceksin?
    -beçiktaş

    -ama hani galatasaraylı olacaktın?
    -tamam aytık olucam.
    -peki o zaman hangi takımlısın?
    -beçiktaş.

    -sana sorulunca galatasaraylıyım diyeceksin.
    -tamam
    -hangi takımlısın sedef?
    -beçiktaş.

    her beçiktaş dediğinde biraz daha kavurmaya benziyor. "sonra beni niye ısıydın?"

  • *1-3 yas dönemi için,

    be cool.
    zor oluyor bazen; ama abartı derecede zor da değil. söylediğimiz her şeyi anlıyorlar. neyi neden yapamayacağını/yapmaması gerektiğini basit ve kısa bi cümleyle açıklamak gerekiyor.
    gene yapacak. (sınırlarını deniyor)

    kafa dağıt. "aaa uçak mı geçiyo? bu ses ne?" filanlı.
    veya ortamı terket. kendiyle baş başa kaldığında cazibesini yitirecek o eylem.

    mümkün mertebe "hayır" kelimesi kullanılmamalı. kullanıldıkça anlamını yiritiyor... ancak çok panik hallerde kullanırım ben. mesela kediyi camdan atmak üzereyken enselediysem filan. ahaha oluyo valla böyle şeyler

    eviniz boka dönecek. dönsün, eşyaya bağlanmayın. 2 kedimiz yüzünden koltukların yüzleri paramparça.
    kızımız sayesinde koridor ve salon duvarında kalemle çizilmemiş 1 metrekare alan yok. bu dönem laftan anlamıyor, yapsın anasını satayım. 2 kilo boyaya bakar tamiri...
    deli para verdiğimiz büyük ekran led tv nin ekranı kırık.
    "aman izlemiyoruz ki tv zaten"le avunmaya çalışıyorum lan. ahuhaha

    tabii bi sınırı var. üniversite diplomanızı yırtmasına da izin vermezsiniz mesela.
    ama o sınır ufak tefek şeylerde toslamayacağı bi yerde durursa, çocuk daha barışık oluyor sınırlarla. bunalmıyor. yarım bardak meyve suyunu koltuğa/halıya döktü diye yarım saat kafasını sikmeyin çocuğun yani.
    aferim de demiyoruz tabii. sakin ve cool bi şekilde "bu doğru değil canım. bi daha yapmazsan sevinirim" filan deyip bakın dalganıza.
    böylece çocuk sınırlardan ve kurallardan bunalmayacağı bi alanda gelişebiliyor. ve doğal sınırlara eriştiğinde (kediyi camdan atma teşebbüsü gibi) bununla ilgili reaksiyonu kabullenip, inatlaşmıyor.

    inatlaşmak bu dönemin doğal eğilimi. ama bi çocuğun bu şekilde geniş sınırlarda gelişmesine imkan verilirse, gerçekten dişe dokunur bi inatlaşma yaşamadan atlatabiliyorsunuz bu dönemi...

    ben de sabır küpü değilim. satırlarımdan snobluk akıyor gibi algılanmasın. bozukluk kutusunu ters çevirip yere döktüğünde ve bozuk paralarla oynamaya başladığında, benim de içimdeki ses "şimdi 5 kuruşlardan birini ağzına götürecek" diye eyvahlanıyo tabii ki. ama bunu peşinen dillendirip çocuğun o anda yaptığı şeyle arasına bi duvar örmüyorum. "bırak bakiyim onları" deyip çocuğun önünden toplamak kolay ve "türk anası" sistemi. akabindeki sahne malum; çocuk kendini yerlere atarak ağlar, anne bağırır vs...

    ama bundan kendimizi ayırabiliriz. iç rahatsızlığına katlanarak bozuk paralarla oyununun bitmesini bekliyorum. her an birini ağzına götürebileceği endişesiyle, -ona çaktırmadan- göz hapsinde tutarak.
    zaten genellikle 2-3 dakika içişnde sıkılıp bırakıyor. nadiren bu durumda ağzına bi bozukluk atmaya kalkarsa sakince yanına gidip "onu yapmak yok. çıkar bakalım" diyorsun. çocuk "doğal" bi sınıra eriştiğini farkedip inatlaşmıyor zaten, çıkarıyor hemen. sonra da açıklıyosun işte "bunu ağzına almamalısın. hem pis, hem de yutmaman gerekn bişey. sana zarar verebilir" filan gibi...

    ebeveynlik hakkında "cool olma sanatı" demi,ştim. hala aynı fikirdeyim.
    çocukla iletişim halindeyken kesinlikle sakin ve müsterih olmak gerekiyor. abartılı-dramatik-sert tepkiler filan gerçekten gözle görülür şekilde zarar veriyor gelişimine... kendini kaybetmiş şekilde, ağzından tükrükler saçarak bağıran bir ebeveyn kadar kötü şey yok bi çocuk için.
    bu model hem kötü bir "model" çocuk için
    hem de çocuğun "güven" duygusunun dibine kor.

    "güven" çok önemli. benim çocuk yetiştirmekten anladığım budur..

    çocuğun ennnn önemli ihtiyacı güven. ve bu güveni en sağlam sarsacak şey, dengesiz-ayarsız ebeveyn tepkileri...
    çocuk yanlış bişey yapabilir (kediyi camdan atmaya kalkmak veya reçel kavanozunu salonun ortasına boşaltmak gibi)
    ama ebeveyn olarak bu noktada kendimizi kaybetme lüksüne sahip değiliz.
    işin aslı; her aşamada sakin kalmak.

    bunu kolaylaştırmak için şu ön kabulü kendime yerleştirdim;
    çocuk reçel kavanozunu salonun ortasına boşalttıysa, kıçıma it yapışmış gibi bağırsam da bu sahneyi geriye sarmak mümkün mü?
    değil.
    ayrıca bu yöntem (annelerimizin yöntemi) korkunç derece sağlıksız. ona, ilişkinize ve hatta size zarar veren; sakat bi tepki...

    değiştirme-geri sarma şansımız yoksa, en azından sakin bi tepki vererek olayı karşılayalım ki; hem çocuğun gelişimini, hem de ilişkimizi örselemeyelim.

    çocuk "yanlış bişey" yaptığını sakin tepkilerinizde de anlar. anlıyorlar.
    hatta şöyle diim; "sadece" böyle anlıyorlar...
    zaten amaç da çocuğa yanlış bişey yaptığını anlatmak.
    avaz avaz bağıran bir ebeveyn çocuğa yanlış yaptığını anlatmış olmaz; çocuğa değersiz olduğuna, sevilmediğine dair bi mesaj verir. güven duygusunu örseler.... ve amacımız bu değil.

    ayrıca söyliim; bağırmak da rahatlatmaz. hani "egosal sebeplerle, rahatlama ihtiyacı" filan diyecek olan olursa diye diyorum...
    bağırmak ve şiddet yalnızca çocukla aranızdaki köprüleri atar.
    ve bu sadece onu değil, sizi de örseler...
    ebeveynliğinizle kavgalı hale gelirsiniz. kendinizde, kendi ebeveynininizin size yaptığı yanlışları yakaladıkça boka dönersiniz... çocuğunuza acırsınız (kendi çocukluğunuza acıdığınız gibi) ve böyle yapış yapış bi melankoliye dolanırsınız gereksiz bi şekilde...

    çocuk o.. dünyayı tanımaya çalışıyor. tek yaptığı keşfetmeye ve öğrenmeye çalışmak... bu yolda tabii ki reçel kavanozunu salonun ortasına boşaltmak da var.
    ama sakin ve kontrollü olmayı; çevresine daracık sınırlar çizmemeyi mümkün olduğunca başarabilirsek; onun için iyi bir "rehber" ve "model" olabiliriz.

    zaten "çocuk eğitimi" gibi bişeye çok inandığımı söyleyemem. siz ne eğitimi vermeye çalışırsanız çalışın; çocuk çok büyük oranda öğretilenlerle değil, "model" alarak şekilleniyor.

    bırakın keşfetsin... bırakın kendi yolunu çizsin. her "ne" ise, o yolda kendi doğallığıyla şekillensin..
    merak etmekten, denemekten, koşmaktan, ilerlemekten vazgeçmesin. maceracı ruhunu, girişkenliğini örselemeyin.

    park seanlarımızda ilk 6 ay dudaklarımı kemirdim.
    kenarda durup sarsak hareketlerle ve dengesizce merdiven tırmannaya çalışmasını izlemek çok zor.
    "ya düşerse"
    düşerse düşecek. öyle büyüyecek... kendinin yapmasına, kontrollü yüksekliklerden düşme riskine göz yummazsan, çocuk o merdiveni tırmanmayı; cesur olmayı, denge duygusunu hiç öğrenemez...
    bu onu hayata eksik başlatmak, çok ihtiyaç duracağı bi enstrumandan mahrum bırakmak demek...

    zor olan şey parkta her an çocuğun 50 cm gerisinde dolanıp her tökezlediğinde tutmak değil.
    zor olan, egonla ve kalbinle savaşarak; dudaklarını yiyerek kenarda bekleyip kendinin yapmasına izin vermek...

    zor yolu seçmek lazım. çocuğun özgüvenini daha ilk yıllarında kastre etmemek lazım...
    13 aylıktı yürüdüğünde. 18 aylık olduğunda büyük boy dönen kaydırağa tersten tırmanabiliyordu...
    2,5 yaşında şu an. geçenlerde bi sebepten üniversitede gelişim testi yaptırdık. kaba ve ince motor becerileri 3,5 yaş seviyesinde çıktı.

    1,5 yaşını biraz geçmişti, yemeğini tamamen kendi kendine yemeye başladı.
    2 ay önce bez bağlamayı bıraktık, şu an çişi geldiğinde kendi kendine lazımlığına gidip donunu indirip yapıyor, işi bitince donunu eşofmanını toplayı lazımlığın çişli haznesini bize getiriyor döküp temizleyelim diye.

    bırakın gelişsin. kendi işini yapsın. kendi yolundan yürüsün. kendi dengesini keşfetsin...
    ona yapabileceğiniz en büyük iyilik bu... alan açıp özgür bırakmak.

    ...

    gücünüzü ve ebeveynlikten gelen doğal üstünlüğünüzü, çocuk üzerinde bi tahakküm enstrumanı gibi kullanmayın.
    "patron benim taam mı?!?"
    bu sakat bi zihniyet. biz patron değiliz, ebeveyniz. koyduğumuz kurallar, kendi egomuza, evimizin katolog gibi görünmesine, başkalarının "ay ne uslu çocuk yetiştirmişsin" filan demesine hizmet etmemeli.

    kurallarımız, onun kendine ve diğer canlılara zarar vermeden, saygı kavramını bilerek ve tüm fiziksel/sosyal çevresine saygı duyarak yetişen bir "birey" olmasına hizmet etmeli...

    ...

    şu anda karşımda babasının cüzdanını karıştırıyo velet. 20 bin limitli kredi kartlarını filan çıkarıyo... içimdeki türk anası (kendi annem) içerden "kızım bırak onu" deyip elinden alıyor cüzdanı, paralel bi başka evrende.

    bense her zaman yaptığım gibi; o sese kulaklarımı tıkayıp, o paralel evrene kafamı çevirip, kartları gülerek bana sallayan kızıma sakince "evet babanın kartları onlar. işin bitince yerine koyar mısın lütfen" diyorum gülümseyerek.
    "eveeeettt" dedi şu an o da gülerek. kartları yerine koyup cüzdanı kapattı ve aldığı yere bıraktı...

    işte bu kadar kolay aslında...

    sakin. sadece.
    be cool. ve gerisi geliyor...

  • chp bursa milletvekili orhan sarıbal'ın haraç olarak tanımladığı gss borçlarının kaldırılması için yazılı olarak dile getirdiği çağrı. mhp yine akp'nin peşine takılıp mızıkçılık yapmazsa muhalefet böyle bir rezalete son verecek çoğunluğa sahip. tüm muhalefet partilerinin hepsinin bir araya gelip milyonlarca işsizin sırtında kambur olan bu utanca artık bir son verilmelidir. aksi takdirde bu ülkenin vatandaşlarının böyle bir haraçtan kurtulmaları için bu gidişle tek yapabilecekleri başka bir ülkenin vatandaşlığına geçmek: (bkz: gss mağdurları suriye vatandaşı olsun)

    işte orhan sarıbal'ın gerçekleşmesi durumunda milyonlarca mağduru büyük bir beladan kurtarabilecek çağrısının tam metni şuradan okunabilir:

    “sgk devletin resmi haraç kurumu gibi çalıştırılıyor”

    sgk’nın devletin resmi haraç kurumu gibi çalıştırıldığını söyleyen bursa milletvekili orhan sarıbal, “gss nedeniyle başta gençler olmak üzere, işsizler, emeklilik bekleyenler, iflas eden esnaf ve geliri olmayanların yaşadığı mağduriyetlerin bir an önce giderilmeli” dedi.

    bursa milletvekili orhan sarıbal, genel sağlık sigortası (gss) sorununu gündemine aldı. yazılı bir açıklamayla 1 ocak 2012’de yürürlüğe giren gss’ye itiraz eden sarıbal, türkiye’de şu anda 3 milyon yurttaşın milyarlarca tl borcu olduğuna dikkat çekti. sosyal sigortalar ve genel sağlık sigortası yasası’nın türkiye gerçekleriyle bağdaşmadığını ifade eden sarıbal, “herhangi bir geliri olmayan milyonlarca yurttaşımız bir gecede kendi devletine karşı borçlandırıldı. çalışma ve sosyal güvenlik bakanı faruk çelik, dalga geçer gibi bu insanlara ‘gelir testi yaptırın’ diyerek tehdit gibi bir çağrıda bulunuyor. işsizlikle boğuşan, temel ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olmayan yurttaşlarımız bir de borçlandırılarak bunalıma itiliyor” dedi.

    -sağlık, en temel insan haklarından-

    gss’nin bir an önce iptal edilmesi gerektiğini söyleyen sarıbal, sağlık hakkının en temel insan haklarından biri olduğunu belirerek, şunları söyledi: “yurttaşlarımızın en temel haklarına ulaşması engelleniyor. gss pirim borcu olan birçok hastanın hastane kapılarından geri döndüğünü görüyoruz. 18 yaşın üzerindeki çocuklarımız lisede öğrenim görüyorsa 20, üniversite öğrencisiyse ise 25 yaşına kadar primleri devlet tarafından karşılanıyor ancak bu çocuk öğrenim görmüyorsa otomatikman borçlandırılıyor. işsiz gençlerimizin prim tutarları, birlikte yaşadığı ailenin aylık toplan gelirine bakılarak hesaplanıyor. primler, neredeyse 300 liraya kadar yükseliyor. gelir testinden geçilmemsi durumunda da primler asgari ücretin 2 katı üzerinden hesaplandığı için aylık 250 tl borç çıkartılıyor. henüz iş bulamamış ya da asgari ücretle hayatını sürdüren gençlerimizden adeta haraç alınıyor. sgk devletin resmi haraç kurumu gibi çalıştırılıyor.”

    -sosyal devlet çağrısı-

    başta gençler olmak üzere, işsizler, emeklilik bekleyenler, iflas eden esnaf ve geliri olmayanların yaşadığı mağduriyetlerin bir an önce giderilmesi gerektiğini belirten sarıbal, “sosyal politikaların en başında gelen konu sağlıktır. bu yanlıştan vazgeçilmesi için elimizden geleni yapacağız. buradan bir kez daha gss’nin iptal edilmesi yönünde çağrıda bulunuyorum” dedi.

  • - devlette memur olmak için sınavdır vb. kasmayin. bırakın onu standart mühendis(!)lere.
    - yabancı dil bilmiyorsanız mühendisim diye ortalıkta dolanmayın. bankaya filan basvurun. gişede iyi para var.
    - sosyal bi tip olun, inek mühendis profili anca amerikan dizilerinde iş yapıyor.
    - bakımlı ve fit olun. göt, göbek bağlamış, dişler sigaradan sararmış mühendis, alternatifi varken tercih edilmez.
    - çalışkan olun, verilen işi iyi yapın.kimse sizden iş hayatının başında efsane hareketler beklemiyor. verilen işi eksiksiz ve olabildiğince iyi yapın.
    - kendinize güvenin. güven konusunda sıkıntılarınız varsa eksiklikleri tespit edin. kendi eksiğini gideren insan, is hayatında karşılaştığı sorunları daha rahat geçer.
    - abi, abla vb. kelimeleri kullanmayın. mühendis, usta. bey, hanım vb. der.
    - iş hayatının ilk yıllarında düzülmeyi dert etmeyin. dert edeceğiniz düzenin kalitesi olsun. leş işlerde çalışmayın.
    - en önemlisi iyi bir insan olun. karakteri düzgün adam her zaman iş yapar.

  • puan farkı olarak malesef denk gibi dursak da bu sezon ilk kez rahat kazanacağımızı düşündüğüm maç. zira ligdeki en kötü futbol oynayan takımla oynayacağız. kazanıp en azından düşme potasından kurtuluruz (malesef derdimiz bu) ligi de 10. sıra civarında bitirecegimize inanıyorum.

    not: erzurumspor

  • dünya üzerinde en çok kişinin kullandığı alfabe olan latin alfabesinin bazı harfleriyle ilgili garip bir durum dikkatinizi çekmiş olabilir. bazı harflerin büyük ve küçük halleri aynıyken, bazılarınınki tamamen farklıdır. örnek olarak a, b, e gibi harflerin küçük halleri büyük hallerinden çok farklı görünüme sahiptir.

    peki ama neden bazı küçük harflerin sadece o harfin küçük hali olmak yerine tamamen farklı bir harf haline geldiklerini hiç merak ettiniz mi?

    *bu entry'yi video olarak izlemek için.

    bu sorunun cevabını bulmak için roma imparatorluğuna ve yaklaşık 3 bin yıl kadar öncesine gitmek gerekiyor.

    latin alfabesi ilk oluşmaya başladığı zaman harfleri şimdi olduğundan biraz daha farklıydı ve sadece büyük harflerle yazılıyordu. yazılar kağıt yerine genellikle taş sütunlara oyuluyordu ya da fırçayla boyanıyordu. roma imparatorluğu döneminde savaş kazanıldığı zaman o şehre zafer sütunları dikilirdi ve bu sütunların üzerinde latin alfabesi ile yazılmış yazılar bulunurdu. hatta bu sütunlardan birkaç tanesi de istanbul’da bulunur, örneğin çemberlitaş olarak bilinen sütun roma döneminde dikilmiş olan bir zafer sütunudur.

    o dönemlerde keskin çizgi ve köşelere sahip olan büyük harfleri taşların üzerine oymak kolaydı, ancak ilerleyen zamanlarda papirüs yani kağıt kullanımı arttıkça bu harfleri kağıda aktarmak hiç de kolay olmayacaktı.

    antik roma devleti döneminde kayıt altında tutulması gereken bilgileri yazan katipler, sürekli olarak elle yazı yazıyorlardı. üstelik romalı katiplerin o dönemde yazılarını rahatça yazabilecekleri tuşlu bir daktiloları yoktu, hatta daktilo bir kenara dursun, yazılarını ağaç gövdesinden yapılma bir kamışı mürekkebe batırarak yazmak zorundaydılar.

    katipler her gün yüzlerce sayfayı elle yazıyorlardı ve bunu yaparken o dönem çok zor üretilen ve çok değerli olan parşömenleri istedikleri gibi kullanamazlardı, yani yazı yazarken neredeyse hiç hata yapmamak zorundaydılar. işte antik roma katipleri her gün bu yorucu ve zor işle uğraşıyorlardı.

    roma devleti’nde kullanılan latin alfabesi, yani şu an bizim de kullanmakta olduğumuz alfabe, en başlarda sadece büyük harflerden oluşuyordu. ancak zaman geçtikçe yazmayı kolaylaştırmak adına büyük harfler küçülmeye başladı ve yerini küçük harflere bıraktı. artık harflerin büyük ve küçük halleri olmak üzere iki halleri oluşmuştu ve büyük harfler önemli yazılar hariç pek kullanılmıyordu. bu sayede elle yazı yazı yazmayı kolaylaştırmak adına küçük ve büyük harfler ortaya çıkmış oldu.

    harflerin daha kolay ve hızlı yazabilmek için küçültülmesi mantıklı, peki ama neden sadece küçültmek yerine bazı harfler tamamen farklı bir görünüm kazanmıştı?

    roma imparatorluğu, gittikçe daha fazla genişledi ve birçok milletin yaşadığı bölgelere yayıldı. bu yüzden kültürüne ve diline birçok başka kültürün etkisi olmaya başlamıştı. zamanla yunan ya da kiril alfabesi gibi başka dillerin alfabelerinden latin alfabesine harf geçişleri olmaya başladı, a, b, z, y gibi bazı harfler yunan alfabesinden alınarak latin alfabesine dahil edildi.

    bu değişikliklerin yanında, roma devletinde görev yapan katipler harfleri ayrı ayrı yazmak yerine kalemi kağıttan hiç kaldırmadan bitişik şekilde yazmaya başlamışlardı ve bugün el yazısı olarak bildiğimiz yazı stili ortaya çıkmıştı, bu sayede yazılar çok daha hızlı yazılıyordu ancak tüm harfler bu şekilde yazmaya uygun değillerdi, bu yüzden bazı harfler zamanla bitişik şekilde yazılmaya uygun hale getirildi. örneğin a harfini yazarken kalemi 3 defa kağıtan kaldırmak ve 3 tane düz çizgi çizmek gerekiyordu, bu yüzden katipler küçük a harfini değiştirip yuvarlak hatlara sahip ve kalemi kağıttan ayırmadan yazılabilen yeni bir a harfi oluşturdular.

    tabi ki tüm bunlar bir anda olmadı, yıllar içinde diller de tıpkı canlı varlıklar gibi doğuyorlardı ve gelişiyorlardı, latin alfabesini oluşturan harfler de bu yaşam döngüsü sırasında insanların ihtiyaçlarına göre değişiklikler yaşamıştı.

  • türk erkekleri bize okuyacak satın alacak kaliteli kitap bırakmamıştır çünkü. çok aşırı kaliteli aşırı elit okuyorlar. ne yetişebiliyoruz ne de alıp okuyabiliyoruz onlardan fırsat bulup.

    biz ne zaman noktalama harfi yerine "amk" kullanan erkek elitliğine erişebiliriz gerçekten çok merak ediyorum.

    sana burada kadınların neler okuduğunu anlatarak onayını almaya çalışmayacağım pipili. keza bu bakış açısıyla o kadınların evlerine girip o kitaplıkları görmüş olma ihtimalin olduğuny sanmıyorum. kadınların hayattan keyif almasını da eleştiriyorsunuz, nasıl keyif alacağını da böyle aşağılıyorsunuz. kadınlar okudukları kitabı bile sizi memnun etmek için okumalılar ya artık.

  • hakan şükür'ü sahnelerden kesmek için çok ciddi bir çalışma yapılmış. yanı sanırsın ki bütün golleri ümit davala falan atmış. bu biraz sınır bozucu. o golleri sanki hakem hediye etmiş gibi. üstüne hiç bir şampiyonluk kutlamasında gözükmüyor. bu artık kör göze parmak gibi olmuş. ister istemez "hakan nerede?" diye izlemeye başlıyorsun. artık konu fatih terim den çıkıp hakan şükür e evriliyor bir yerden sonra. bir insanı böyle silmek belki tarihte en son hititlerin tarihten silinmesi ile yarışır hale gelmiş. vardı olm bu adam. o kupalarda en çok gölü o adam attı. vardı hepimiz biliyoruz. adam milletvekili de oldu teröristte bu bizi bağlamaz ama bizi salak yerine koymanız biraz sınır bozucu.

  • kadınlar vnl kazanmış, üstüne avrupa şampiyonu olmuş, yetmemiş olimpiyat elemelerinde yedide yedi yapıp tüm grupların en iyisi olup dünya kupası şampiyonu ilan edilmiş , 22 maç üst üste kazanırken dünya sıralamasındaki ilk 10’un hepsini yenmiş.

    bizim dallamalar geliyor abartmayın ya, amma abarttınız diyor. bu ülke insanının bir bölümü harbi tam tiksinmelik , ayrı bir tür.

  • sümerlerin sonunu getiren göç dalgası

    sümerler, günümüzden yaklaşık 6.000 yıl önce mezopotamya'ya yerleşerek yüksek bir uygarlık kurmuşlardı.

    sümerler kurdukları uygarlıkta rahat ve refah içinde yaşarken arabistan içlerinden akad diye adlandırdıkları kavmin insanları sümer kentlerinde çalışmak için akın akın gelmeye başladılar. halk içinde bir kısım buna karşı çıksa da diğerleri ucuz işçilik ve köle gözüyle baktıkları için göz yumdular.

    150 yıl içinde işler değişti ve akadlar kentleri yakıp yıktı, sümerleri öldürdüler ve sonra iktidarı ele geçirdiler.

    sümerlerin son günlerinde bir bilge, kil tablete şöyle yazıyor: "fark edemedik, geç kaldık aman tanrım bu vahşiler hepimizi yok edecek. tanrım bizi affet!"

    ve sümer devleti yıkılır, akadlar ise sümer uygarlığının üstüne otururlar...

    (kaynak: muazzez ilmiye çığ, türk sümerolog)

    debe için teşekkürler.#158794567

  • 9 kişi kalması gereken maçı 11 kişi tamamlıyor.

    her hafta olduğu gibi uydurma bir penaltı kazanıyor.

    ve bu açıklamayı yapabiliyor. pes:) gerçekten pes:))