hesabın var mı? giriş yap

  • nodel ödüllü yazarımız orhan pamuk'un bir kitabında kullandığı şu cümleyi:

    "imam ikindi namazı saatinde caminin balkonuna çıkarak ikindi ezanını okudu."

    şöyle yorumlamıştır:

    "bir kere namazın saati olmaz, vakti olur. saat ayrı, vakit ayrı bir kavramdır. camilerde balkon yoktur, minarenin şerefesi vardır. ezanı da imam okumaz, müezzin okur, o da şerefeye çıkmaz, içeriden okur. bu örnekle de sabittir ki kişiler kendi içinden çıktıkları toplumu bilmeden bir şeyler yapmaya çalıştıklarında doğru şeyler yapmazlar, yapamazlar."

    kaynak: http://www.milliyet.com.tr/…6/11/23/yazar/asik.html

  • bulgurla mukemmel bir iliski yasayan, birliktelikleri asiri derecede lezzetli olan, çok ama çok faydali besin kaynagi.

    yulaf ezmesini cok sevmezdim, oyle keyifle de yemezdim, taaaaa ki "en sevdigin yemek nedir ?" diye sorsalar dusunmeden bir çirpida soyleyecegim bulgur pilavinda deneyene kadar :

    ben kucuk esmer bulguru tercih ediyorum pilav için. once bulguru bir guzel, çok ama çok az miktarda zeytinyagi ile kavuruyoruz ve uzerine kaynamis suyu dokuyoruz. hemen akabinde bulgur miktari kadar yulaf ezmesi ekliyoruz ve bir guzel karistiriyoruz. pismesi icin bekledikten sonra, suyunu ceker cekmez altini kapatiyoruz ve cok az dinlendiriyoruz. buyrun size mukemmel bir pilav. tuz kullanmam, arada sadece bolca pul biber koydugum olur.

    bir de ertesi sabah yogurtla mukemmel besleyici bir kahvalti olmakta kendisi...

    ben son gunlerde bu ikiliye, bulguru kavurma asamasinda bolca da ceviz koyuyorum. iste o zaman ortaya cikan lezzet saheser oluyor. tavsiye ederim, kesinlikle yapiniz yaptiriniz, yiyiniz yediriniz...

  • bazıları aktörler ilgili olan şeylerdir.

    sylvester stallone, aktör olmak için new york'a ilk geldiğinde sıkıntı zamanlar geçirmiş, sokaklarda yatmış ( new jersey otobüs terminalinde ) , çoğu iptal edilen uyduruk yan rollerden sonra iş bulamamış, en parasız kaldığı bir anda da köpeğini tanımadığı birine 25 dolara satmak zorunda kalmış.

    sonra bir haftasonu muhammed ali izlerken aklına gelmesi ile rocky senaryosunu yazmış. prodüktörler senaryoyu beğenip 125 bin dolar önermişler ama "sen oynama ayı" demişler. parasızlıktan köpeğini bile satmış olan,tek istediği oyuncu olmak olan kahramanımız bunu kabul etmemiş. ardından başka produktör senaryoya 325 bin dolar önermiş ama sylvester stallone kendisi oynamak istediğinden yine kabul etmemiş. sonra aynı şirket o'nun oynamasını kabul etmiş ama 35 bin dolar önermiş, sylvester stallone kabul etmiş.

    35 bin doları alan sylvester stallone, ilk iş olarak, satmak zorunda kaldığı köpeğinin peşine düşmüş,15 bin dolar masraf yaparak, köpeği bulup geri almış.

    bu köpek, rocky'de, sylvester stallone ile beraber oynamış, ve film 200 milyon dolar hasılat yapmıştır.

    http://25.media.tumblr.com/…qcjpo41qigmtao1_500.jpg

  • birgün dedi ki, '' bir sincabım var. çok severim sincapları. arka bahçemden ormana gönderdim. umarım aile kurup, gelip bana gösterir.'' o günden sonra naifliğine mi sevinsem, sincaba yeni ev kurmuş oğlan çocuğu muamelesi yapmasına mı şaşırsam bilemedim. ne zaman sincap görsem aklıma gelir, zaten hiç de görmüyorum ama görsem aklıma gelir.

    dünyanın; onca hırsızın, zalimin, hatta ruhsuzun yanı sıra, ait olduğu doğaya salıverdiği bir sincabın akibetini merak etmiş böyle insanları da kucaklamış olması umut verici. umarım resimlerindeki gibi, mutlu ağaçlarla dolu bir yere gitmiştir. umarım o sincap çoluk çocuğa karışmıştır. erken ölmem ama umarım babamın da öldüğünü görmem ve umarım unutulur notalar da benden sonra o güzel şarkıları söylemezler.

  • “ok ancak geri çekerek atılır.hayat seni zorluklarla geri çekiyorsa, seni daha büyük bir şeye fırlatacağı içindir.
    nişan almaya devam et."
    (bkz: paulo coelho)

  • tipik cihangir solcusu. ne yazık ki sağcı solcu fark etmiyor, kurtulamıyoruz lanet olası egolarımızdan. aynı tehditler kendilerine söylense yok efendim faşizm, nerede kaldı ifade özgürlüğü derler ancak tersi durumda bu tehditleri savurmaktan çekinmezler. işin acı tarafı tweet atan kişi ile aynı safta olduğunu anlayamayacak kadar kör etmiş bu ego kendisini.

  • mel gibson'ın oynadığı fidye (diye hatırlıyorum cine 5 in digiturk gibi oldugu zamanlardan e tabii küçüğüm hatırlayamadım) diye bi filmdi. adamın çocuğunu kaçırıp zibilyon şaklabanlıklar yaptırıyorlardı. ulan ne korkmuştum beni de ya kaçırırlarsa diye. sonra babam olm biz fakiriz seni kaçırmazlar demişti de ilk defa o zamanlar fakir olmamıza sevinmiştim.

  • sıktı artık.. memlekette alevilik , solculuk, gezi falan sanki hepsi kendisinden soruluyor. zaten kendisini fazlaca samimiyetsiz bulurken , şimdi de ahmet hakan'a bulaştığını gördüm.

    ben de barış atay kadar olmasa da (!) barış atay gibi arap alevisiyim. ancak ahmet hakan'ın şu "alevilerin kitabı" tivitini görünce çok güldüm. size mi kaldı lan insanlara had bildirmek ? ancak meydanlardan twitterdan falan saçma sapan duyar kasarsınız anasını satayım

  • yaklaşık 20 senedir bilinçli bir şekilde futbolu takip ederim. zaman zaman tribün serserisi olacak kadar yoğun oldu. zaman zaman tuttuğum takımın aldığı sonuçları bile bilmediğim oldu bu sürede. 30'dan sonra daha düzenli bir hale büründü takibim. daha bilinçli ve takım manyaklığı yerini futbol sevgisine bıraktı.

    bunca geçen zaman içerisinde futbola dair en iyi anladığım şey: romantikliğin sadece kandırmaca olduğu. bir takımda herkes işini doğru dürüst yapar ve profesyonelce davranırsa romantizm uydurmaya hiç gerek kalmıyor. süs oluyor romantizm; çeşnisi oluyor oyunun. fakat özellikle türkiye'de işler hiç böyle gitmediği için bol bol yapay romantizme maruz kalıyoruz. forma aşkı, taraftar güzellemesi(gazlaması), takım efsanelerine gönderme vs hiç bitmez. yöneticisinden malzemecisine başarısızlıkta kaçılan dingin bir limandır futbol romantizmi. kaçış rampasıdır freni boşalmış gibi giderken.

    dün gece birçok kişi gibi ben de beşiktaş'ın turu geçecek bir skor üreteceği ümidiyle maçı izlemeye başladım. futbol katili art niyetli bir hakemin maçı bu raddeye getireceğini bilemezdim. her neyse olan oldu. defalarca gördük benzeri hakem performanslarını. insan izlerken(yaşarken) kızıyor ama sonra hızlı bir normalleşme yaşıyoruz. daha önce bizi katledenlere ne oldu ki craig thompson'a ne olsun. geçer gider.

    fakat 4. golden sonra ben orada kaldım işte. [galatasaraylıyım ve örneğin bizde drogba oynarken/sonrasında taraftarla girdiği ilişkiyi samimi bulmuyorum. bu ilişkide herkes istediğini alıyor olabilir. alan memnun satan memnun olabilir. bu beni ilgilendirmiyor. pr çalışması gibi duran hiç bir hareket bana sempatik gelmedi. aynısı melo için de söylenebilir. ikisi de takımıma profesyonelce yaptıkları katkı kadar kıymetlidir.] fabri ağladı ya orada bir zaman damgası gibi vurdu zihnime.

    hakemden ve koşullardan bağımsız olarak kötü/vasat bir performans sergiliyordu bence. ilk golde elini uzatıp ortaya müdahale edebileceğini, penaltıyı çıkarabileceğini, 4. golden önce daha iyi yer tutabileceğini düşünüyordum. tüm bu düşünceler aktı, gitti yok oldu. o yukarıda bahsettiğim sahte romantizmin tam tersi vardı yüzünde. pr peşinde değildi. üzgündü. tıpkı ben ve benden çok daha fazla üzgün olan beşiktaş taraftarları gibiydi. bazen çaresizsindir ve ağlarsın. hiç bir suçun olmayan bir ayrılıkta işleri yoluna koyamadığın için ağlarsın. annen çok hastadır ve ölüm döşeğinde sen hastane hastane, doktor doktor koşmana rağmen cebindeki para kadar çözüm üretebildiğin için ağlarsın. fabri işte böyle bir romantizm yarattı içimizde.

    kaleciliği tartışılabilir. tartışılmalı da (samimi olduğu için başarılı sayılamaz) zaten. ancak beşiktaşlılığı bugünden itibaren tartışılamaz. takımda aynı armayı taşıdığı bir çok futbolcudan daha fazla yakışıyor forma üzerine.

    bunu söylemek bana düşmez ama helal olsun kardeşim sana.

  • dünyada önde gelen gazetelerin içinde bulunduğu bir gruptur ancak hem gazetelerin kalitesi hem de okuyucu kitleleri arasında büyük farklar vardır. broadsheet diye adlandırdıkları gazeteler derslerde okutulacak kadar kaliteli bir yayıncılık yaparken tabloid olarak adlandırılan gazeteler okunduğu takdirde göz kanatacak kadar kalitesizdirler. bu kalite farklı fiyatlarını da yansımıştır ve 20 pence gibi ucuz gazetelerin yanısıra 2.70 pounda satılan financial times da ingiliz basını altında incelenir. türkiyede belirli bir zamana kadar çok görmediğimiz ama günümüzde herkesin farklında olduğu siyasi kutuplaşma da bu gazetelerin önemli bir parçasıdır. bir çok gazetenin bir siyasi duruşu vardır ve içindeki makaleler bunlara uygun yazılır. bildiğim kadarıyla britanyada televizyonların seçimde açık şekilde bir partiye destek vermesi yasak ama aynı yasak gazeteler için geçerli değil ve bu gazeteler her seçimde kimi desteklediklerini belirtiyorlar. aşağıda britanyanın önemli gazetelerinin siyasi duruşları ve okuyucu kitleleri hakkında bilgi vereceğim.

    1)the guardian: görüş anlamında sol ve merkez sol olan bir gazete. ülkenin en kaliteli gazetelerinden birisi. okuyucuları genel anlamda entelektüel kesimden veya orta sınıfın iyi işlerde çalışanları. seçimlerde işçi partisine destek veriyorlar. ülkenin en solda olan büyük gazetesi olarak gösterilir ama ideolojik görüşlerinden dolayı kalitesiz haberlere çok nadir rastlarsınız.

    2)the daily express: sağcı ve özellikle göçmen karşıtı bir gazete. tabloid sınıfında olan kalitesiz gazetelerden birisi. okuyucu kitlesi genellikle adanın kuzeyinde yaşayan ve göçmenlerle hiç karşılaşmamış yaşlı muhafazakar ingilizler veya kraliyet ailesi ile takıntısı olanlar. bol bol provakatif ve yalan habere rastlarsınız.

    3)the daily mirror: işçi sınıfının gazetesi olarak da anılan sol görüşe sahip bir gazete. siyasi görüş ve işçi partisine destek açısından guardian'a benzese bile kalite anlamında daily express'in aynısı. bol bol magazin haberi yaparlar. normalde okunmaya değecek bir gazete değildir ama fiyatının düşük olması ve halkın büyük çoğunun magazin okumak istemesi nedeniyle en çok satan sol gazetedir.

    4)the daily mail: bir zamanlar kaliteli denebilecek haberler de yapan ama yakın geçmişte kalitesini iyice düşüren bir gazete. bir çok kişiye göre britanya'nın en sağcı gazetesi. okuyucu kitlesinin büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. bunda gazetenin sağlık, magazin ve bakım gibi konularda haberler yapmasının payı çok büyük.

    5)the daily telegraph: kaliteli gazeteler arasında en çok satan, muhafazakar partinin de kalesi olarak görülebilecek merkez sağ ve sağ kesimin gazetesi. genellikle taşrada yaşayan yaşlı ve muhafazakar ingilizler tarafından okunuyor. haberciliği the guardian gibi üst düzeydedir ve güvenilir bir haber kaynağıdır.

    6)the times: the daily telegraph gibi sağ kesime hitap eden orta-üst sınıfın okuduğu bir gazete. okuyucuları genellikle büyük şehirlerde yaşayan erkeklerdir. aynı zamanda iş dünyası hakkında kaliteli haber yaptığı için bazı üst gelir gruplarının da okuduğu bir gazete. kaliteli habercilik yaparlar.

    7) the independent: bu listede en çok üzüldüğüm gazete bu oldu. zamanında eğitimli sol kesimin okuduğu gazeteler arasında the guardian ile beraberken, internet yayınına geçtiğinden beri kalitesinde ciddi anlamda bir düşüş yaşandı ve orta kalite bir gazete konumuna geldi. görüş olarak the guardian'ın merkeze yakın olanı denebilir.

    8) the financial times: bana göre ingiliz basının en önemli gazetesi. fiyatının aşırı yüksek olmasından dolayı üst sınıfların okuyabildiği bir gazetedir. genelde zengin ve zeki bireylerin okuduğu söylenir. okuyucu kitlesi ise londrada yaşayan üst sınıf erkeklerdir. gazete siyasi haberden çok piyasa ve iş dünyası haberlerine odaklanır ancak siyasi görüş olarak muhafazakar partiye daha yakındır. ancak diğer sağ gazetelerin aksine ab referandumunda birlikte kalmayı desteklemiştir.

    9) the sun: çok ilginç bir gazetedir. bir çok kişi nefret eder ve tuvalet kağıdı der ama britanya'nın en çok satan gazetesidir. genel görüş bu gazetenin okuyucularının eğitimsiz, parasız insanlar oldukları yönündedir ancak okuyucu kitlesinin %40lık bir kesimi orta-üst gelir grubuna mensuptur. sağ görüşlüdür ancak okuyucu kitlesinin gazeteyi siyasi görüşü için aldığını söyleyemeyiz. genellikle siyasi görüşlerinden bağımsız olmak üzere magazin haberi okuyup kadınlara bakmak isteyenler alır. çöp seviyesinde bir gazetedir ve ciddi şekilde okunmaz.

    hatta bundan 31 yıl önce bbc'nin yes, prime minister dizisinde gazeteler hakkında yapılmış bir espri de vardır. onun biraz geliştirilmiş versiyonunu şu kaynakta buldum: http://www.wepsite.de/newspapers(1),readership.htm

    -the times bu ülkeyi yönetenler tarafından okunur
    -the daily mirror bu ülkeyi yönettiğini düşünenler tarafından okunur
    -the guardian bu ülkeyi yönetmesi gerektiğini düşünenler tarafından okunur
    -the morning star bu ülkenin başka bir ülke tarafından yönetilmesi gerektiğini düşünenler tarafından okunur
    -the independent bu ülkeyi kimin yönettiğini bilmeyen ama yanlış yönettiklerinden emin olanlar tarafından okunur
    -the daily mail bu ülkeyi yönetenlerin karıları tarafından okunur
    -the financial times bu ülkenin sahipleri tarafından okunur
    -the daily express bu ülkenin eskiden olduğu gibi yönetilmesi gerektiğini düşünenler tarafından okunur
    -the daily telegraph hala bu ülkenin kendilerine ait olduğunu düşünen kişiler tarafından okunur
    - the sun okuyucuları için ise yöneticinin memeleri büyükse ülkeyi kimin yönettiği farketmez

    işin daha ilginç olan yanı ise bu geliştirilmiş versiyon sadece başka gazeteleri de eklemiş ama diğer gazeteler için yazılanlar 30 yıl sonra bile geçerliliğini koruyor.

  • muhtemelen alevi olan ve amerikanvari bir stand up performansı sergileyen kadın. ülkede herkesin her şey konusunda çok ama çok aşırı hassas olması nedeniyle biraz başı ağrıyacak maalesef.

  • amerika'da ilkokula gittim, 20 seneden fazla oluyor. bir sene komple afrika tarihi okuduk. ertesi sene komple cin tarihi. amerika tarihi ile afrika tarihi kesisti tabii ki malum bati afrika'dan amerika'ya olan kole ticareti daha 1500'lerde mi ne basliyor, cok uzun bir tarih.

    biz kucuk cocuk halimizle her seyi ogrendik. o gemilerde insanlarin nasil istiflendigi, o zaman ki kaynaklardaki eskizleri inceledik, gemilerdeki olum oranlarini, sartlari, hastaliklari, varinca nasil hayvan gibi satildiklarini, "plantation" larda ki ekonomiyi ve calisma sartlarini, vb.

    disislerine mevlut cavusoglu ve yanindakiler gibi isbilmez kompleksli koyluleri koyarsan, tarihi kayitlarini, arsivlerin hepsini kamuya acmazsan (burada millet acik diyor ama bunlara ulasmak oyle kolay degil. dijitalize edilebilir, ingilizceye cevirilebilir), her bir boku sansurlersen, egitim sistemini bastan beseri bilimlerde guduk ve sig isletirsen, o zaman hic kimse seni dinlemez cunku insanlarin dinleyecegi adam yetistirememissindir. amerika'nin iyi yetismis her hangi bir adami/kadini, bir mevlut cavusoglunu iki saniyede sah mat eder; arada oyle bir egitim, gorgu, ve gormusluk farki var.

    debe editi: arsivlerin acilmasi fikrini elestiren cok mesaj geldi. evet, bence butun o zamana dair arsivlerin, kaynaklarin duzenlenip kamuya acik veritabanlara konulmasi gerekir. bir arkadas "sanki arsivleri gorunce soykirim yok mu diyecek abd" diyerek bu fikri elestirdi. bu dunyanin her ulkesinde tarihci var, sirf amerika degil. tarih hem kacinilmaz olup hem de son derecede cok seslidir. turklerin arasinda kimlerin ne yaptigi da ortaya cikar, ermenilerin de, ruslarin da, ve boylece ermeni amerikan lobisinin sesinin disindaki butun sesler marjinal bir kategoriye sokulmaz. saklanmanin hic bir alemi yok ayrica buyuk bir devlete de yakismaz.