71 entry daha
  • burgaz'ın yandığını hatırlıyorum. tam tepesi çok uzun süre siyah, çorak bir arazi olarak kalmıştı, bakamıyordu insan. belki iki yıl geçmişti, güçlükle görünen bodur fakat gür bir yeşile bürünmüştü, uzaktan bir halıyı andırıyordu. yangınların toprağa iyi geldiği söylenir.

    insan da yangın geçirir, içindeki siyah boşluğa bakar bakabildiği kadar, bir daha yeşerir mi, kim bilir..
    yangınlar geçirmiş bir kadın olga. baskın karakterli annesi yüzünden çocukluğu zehir olmuş, ne annesi ne babasından sevgi görmüştü. mutsuz bir kadındı annesi, göstermelik mükemmeliyetçiliği ile mutsuzluğunu etrafına saçan sinirli bir kadındı.
    nefret ediyordu annesinden, en çok onun işgalci ruhundan..
    şöyle diyecekti onun için;" annem belleğimde sultan sarayının kapısında bekleyen muhafız gibi hareketsiz ve düşman görüntüsüyle kalmış."
    dönemin geçerli kurallarına göre yetiştirilmiş, evin canlı bir eşyası gibiydi. canlılığı, hayatta kalması için sulanan bir çiçekten farksızdı. küçük yaşta annesinden umudu kesmişti sonra kendi olmaktan vazgeçti olga, ikiyüzlü oldu. annesi ne diyor, babası nasıl istiyor, iç sesi kıyamet koparsa da sessizce boyun eğiyordu.
    bu yüzden ağır bedeller ödeyecek, hayal kırıklığı bir evlilik, kaçak ve yasak bir mutluluk yaşayacak, annesi gibi olmamak için verdiği uğraş ona en kötü şekilde geri dönecek, kızı psikolojik sorunlarının yanında, iletişim kurulması zor, başına buyruk, onun verdiği özgürlüğü onun zaafı olarak gören ve onu ezen bir insan olacaktı. fakat bitmemişti, bu kader kız torunla sürecekti.
    mutsuzluk genel olarak ailelerde genetik aktarıma taş çıkartırcasına dişi çizgiyi izliyordu.
    "ben yaşamımda yüzmekten çok çırpındım. güvensiz ve hantal hareketlerle, zarif ve neşeli davranmadan, yalnızca kendimi suyun üstünde tutmayı başarabildim."

    yüreğinin götürdüğü yere git, susanna tamaro'nun 1994'te yazdığı bir roman; 80 yaşındaki bir büyükannenin uzaktaki torununa yazdığı mektuplardan oluşuyor.
    tasvirleri bol ama kolay anlaşılır sıcak bir dile sahip olan roman 80 yıllık bir ömrün özeti değil, hesabı.
    bazen kendini savunan, bazen suçlayarak idama mahkûm eden, bazen de aklayan hem avukat hem savcı hem yargıcı canlandırıyor büyükanne olga.
    hayatı 40'ndan sonra keşfeden bu kadın yaşamak, ölmek, sevmek, kadın olmak, evlilik, inanç, ihanet, kayıp, kader, yalnızlık gibi tüm bilinen kavramlar üzerine kendi kendine ve yüksek sesle yapıyormuş gibi, bir iç hesaplaşmayı, pişmanlıklarını kâğıt üzerine döker.
    kızıyla ilgili sorumluluğu üstlenir, açıkça olmasa da torunundan af diler ve ona bir vasiyet bırakır.
    hiç gönderilmemiş olan bu mektuplar, olga'nın hataları, itirafları ve geç keşfettiği doğruları içeren ve ince bir mistisizm sezilen görüşleriyle başından sonuna kadar vasiyettir aslında..

    kitabın özü yüreğin sesini dinlemek üzerine olması.. genellikle küçümsenir yürek, duygusallığı ve zayıflığı ifade eder.
    üniversiteyi kazandıran yürek değildir tabii, sayısal puan yürekle elde edilmiyor. fakat yüreğinizin sesi hangi bölümü daha çok seveceğinizi, hangi işi bir ömür sevgi ile yapacağınızı söylüyor.
    yüreğin götürdüğü yere gitmek belki her zaman mutluluk getirmiyordur ama gitmemek de getirmiyor. yine de yürek ve mutluluk birbirine yakışan umut verici bir çift sözcük.

    susanna tamaro şöyle söyletiyordu olga'ya; "yürek şimdilerde saf ve basit bir şeyi akla getiriyor. bizim gençliğimizde hâlâ utanmadan telaffuz edilebilen bir sözcüktü. oysa artık kimsenin kullanmadığı bir terim oldu. tek tük anılırsa o da işlemesinde bir aksaklık olduğu içindir; o bütünlüğü içinde değil de bir koroner ya da atardamar sorunu olduğu zaman akla geliyor.
    zihin ne kadar çağdaş bir terimse yürek de o kadar demode oldu."

    olga'yla benzer şekilde tamaro da annesini "soğuk ve zalim" olarak tanımlar. anne ve babası ayrıldıktan sonra anneannesi tarafından büyütülmüştü.
    üretken bir yazar olmasına rağmen yazarı tek kitabını okuyarak değerlendirmek mümkün değil.
    1978'de tamamladığı ilk kitabı o sırada basılmamıştı. yüreğinin götürdüğü yere git de yayımlandığında eleştirmenler tarafından beğenilmemesine rağmen 2008 yılına kadar, kayıtlara göre 15 milyon kopya sattı. 20. yüzyılda en çok satılan italyan kitabı olarak tanımlanan roman 2008 itibariyle abd'de de yaklaşık 25.000 kopya satmıştı. roman, 1994 yılında premio donna citta di roma ödülünü kazandı. 2002 yılına kadar 44 dile çevrildi ve 1996 yılında filmi de çekildi.
    italya'da en çok satanlar listesinde en uzun süre kalan gülün adı'nın rekorunu kırmış, türkiye'de sadece can yayınları'nın basım sayısı 120'ye ulaşmıştı.

    kitap edebi değil, felsefi değil, eleştirmenler beğenmemiş; çok satmasının nedeni insana yakın olması. herkesin, özellikle kadınların hele belli bir yaştan sonra mutlaka kendinden bir şeyler bulacağı bir kitap.
    olga ile birlikte sorgularken buluyorsunuz kendinizi. benzer haksızlıkları yaşadığınızı hatırlıyorsunuz, neden bir ömür eksik hissetmiştiniz kendinizi.. benzer pişmanlıkları duyuyorsunuz, aynı yanlışları yapmış, aynı yalanları söylemiş, aynı sıkıntılarda hapsolmuştunuz.. kâh kurban oluyorsunuz, kâh zalim.
    kendiniz kadar size yakın bir sırdaş bu kitap.

    çok uzun yıllar sonra artık hiçbir kontrolümün kalmadığı, depoyu andıran kitaplığımda nasılsa karşıma çıkıverdi. yazmasam olmazdı diye düşündüm ve kitaba adını veren cümleden çok şu cümle ile hatırlansın istedim;
    "yapmaya değecek tek yolculuk içimize yapacağımız yolculuktur.."
hesabın var mı? giriş yap